Ana içeriğe atla

Sosyal Kabadayılar



İş hayatının mecburiyetiymiş gibi lanse edilen, bilhassa ajans dört duvarları içerisinde çokça işittiğimiz, üslerden yaptığı konusunda çokça altta kalıp, nem kaptığımız, kimi zamansa hakiki olarak maruz kaldığımız 'mobbing' terimine selam çakalım bu yazımızda. 

Kapanma hezimetiyle cebelleşen Yüce Wikipedia'ya da selam yollayarak, mobbingin Wikipedia tanımıyla izaha kolları sıvayalım. Wiki, mobbing için buyurur ki: “ Mobbing (yıldırma/bezdiri), bir grup insanın, bir kimseye veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması. Latince kökenli sözcük; psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir. En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır. “ 

Wiki kapanmış olsa da neyse ki, Google'a yazınca tanımlara erişebiliyoruz halen; her ne danışıyorsak Hz. Google'a :)

Dr. Heinz Lehmann, 1980’li yıllarda mobbing terimini iş hayatındaki baskı, şiddet ve yıldırma hareketlerini tanımlamak için kullanmıştır. Lehmann mobbing uygulayan kişileri, aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler olarak tanımlanıyor.Alınan duyumlarca iş yerlerinde mobbing'in muhakkak hayat vereceğini düşündüğümüz çalışma hayat ve alanlarımızda, bu psikolojiyi kendi kendimize yaşattığımız da olabiliyor. Patronumuzun, üstümüzün gayri ihtiyarı sorduğu bir hesap, istemeden yükselen sesi, gayet tabii yaşanabilecek bir gerginlik nihayetinde, kesin mobbing altındayım diye psikolojik çıkarımlarda bulunabilir çalışan. Bu çıkarımların soyut bir hissiyat olup da, buluttan nem kapma olasılığı olduğu kadar, tam zıttının yaşanması da muhtemel. Nitekim, iş hayatlarını kabusa dönüştürüveren mobbing'in ağıyla da sarmalanmış olunabilir. İşverenler öcü değil, hemen mobbing altındayım paniğine kapılmayın diye sarf ettiğimiz cümlelerin yerine yakışmadığı durumlar, mobbing mağduru masum bir çalışan da olabilirsiniz...“Bana mobbing uygulanıyor” diye kendi kendinizin psikolojisini bozan kendiniz de olabilirsiniz, bu zan hayatın gerçeği gibi başınızda da bitmiş olabilir.  Şimdi önce sadece bir sanı mı yoksa sahici mi onun ayırdına varmaya çalışalım. Eğer ki, iş yerinizde görmezden geliniyorsanız, gruplardan izole ediliyorsanız, bir takım bilgiler sizden gözünüze soka soka gizleniyorsa, size güvenilmediği buram buram hissettiriliyorsa, Şayet, kasten size bitirilemeyecek sürelerde işler veriliyorsa, deadlinelarınız kısa biçiliyorsa, Velev ki, yetkileriniz azaltılmaya başlanmışsa, aniden yetersizmiş gibi gösterilmeye başlanmışsanız, daha önce sorun olmayan küçük hatalar çok büyük hatalarmış gibi gösterilir olmuşsa, sizi utandırma eylemlerinin biri bin paraysa, geçmişler olsun, mobbing psikolojik silahıyla vurulmuşsunuz demektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Reklamın İyisi Kötüsü Olur

Ucuz magazinlerden dilimize yapışmış, kalıplaşmış cümle vardır; ünlü kişi ortamda kendini gösterir, bazen kötü anılır, sonra kalıp cümle doğar. ‘Olsun, reklamın iyisi kötüsü olmaz’ Bu camiadan peyda olan, olabildiğince asılsız safsata, git gide her sektörün reklam girişimi peşine savrulur olmuştur. İş yapılır, istenen yankı uyandırmaz, belki kötü eleştirilere de maruz kalır. Fakat kafa aynı kafadır. ‘Olsun, reklamın iyisi kötü olmaz!’ Reklamın iyisi kötüsü olmaz olur mu? Her olguyu iyi kötü diye eleştirme lüksüne sahip olduğumuz bu bilgi çağında hem de! Bilginin, erişimin, çeşitliliğin ve imkanların kısıtlı olduğu, yarış ortamının yoğun olmadığı dönemler için söylenen bir şehir efsanesidir “reklamın iyisi kötüsü olmaz”. Reklam, bilen insanların elinden çıkması gereken bir mecra olduğunu günden güne kanıtlıyor. Aksi halde, ben kendim hallederim kafasında ilerleyen işletmelerin çuvalladıklarını görmek zor değil. Çünkü, rakipleri usta ellere bıraktığı reklam işinde kaç kulvar ön

Dikkat!

Dikkat! Şükran, şükür, teşekkür, minnet, merhamet, meşk, duygu dolu satırlar içerir. Çok yazı kaleme aldım. Çok sıraladım satırları, ufacık yaşlardan beri. Sonra çok yazı istendi benden, meslek gereği, patron emri, müşteri gereksinimi. Bir gün bir rica geldi: "Benim için de bir şeyler yazar mısın?" diyen dupduru bir soruydu. Nasıl yazmam! İste, Cebel-i Ali, Cebel-i Erciyes yüksekliğince kelime adetinde, Osmanlı fermanlarının tümünden çok 'bir şeyler' yazarım sana... Ancak; istenileni istendiği anda teslim etmek duyguların sürpriz yanını, beklenmedik anda okunup yürek coşturmayı aksatabilir. Neden aksasın? Senelerin 'en'lerini biriktire sürükleye gelmiş adam sürprizlerin en ansızını, yürek coşkusunun en temizini hak buyururken, layıkken. Tanıdığım en naif kalpli, gördüğüm en sevmesini bilen, karşılaştığım en sevilmeye liyakat, duyduğum en billur ses, baktığım en kendini gözüyle anlatabilen bakışlar, kokladığım en kokusuna müptela eden, dokunduğum e

Efsunlu dokunuşlar

Ancak huzur kol geziyorsa içinde o ev yuva olur. Kapı dışarısının tabiatıyla ilgilenme. Eşikten içerisi hep ılıman, eşikten içerisinde hep en sevdiğin coğrafya hakim olmalı. Dileyiş sıralamanda 'huzur' bayrak tutmuyorsa en önde, ev değil cennet olsa tatminsizlikle boğuşulur.  Renklendirebilirsin metrekarelerini, renklendirmek elindedir; göz önünde, burnunun dibinde bulundurulanlara göre biçimlenmez mi hiç soluk alma. Soluğunu keseni rafa, soluk katanı portrene kat.  Taze getirilerle canlanmak zor değilmiş. Hepsi, her şey, her biri, her türlüsü yenilik namına olan dokunuşların -gözünü kapa- nasıl tazelediğini göreceksin. Evet o metrekareciklerde bile. Nedamet kamburun Mevlaya ayak diremedir. Nedameti de dış kapıdaki paspasın altına süpürdün mü, oh çok iyisin. Ödediğin kiranın her bir kuruşunun hakkını vermek için evden çıkmıyorsun, tabii ki. Her köşeyi sırf bu nedenden arşınlıyorsun. Öyleyse, az evvel efsunlu dokunuşlara evet dediğin yuvanın ilk perdesini başlatalım. Kiranın